26 Mayıs 2010 Çarşamba

Amsterdam


Her üniversite öğrencisinin "Abi bu yaz kesin gidiyoruz" dediği Amsterdam'a Şubat'ın ortasında Avrupa turumuzun başlangıç noktası olarak gittik. Hangi sene olduğu önemli değil, ama kar fırtınası ve dondurucu soğuktan dolayı çoğu zaman dışarıda 2 saatten uzun duramadığımız senelerden bir sene.

Avrupa'daki en kolay havaalanı-şehir ulaşımlarından biri olan Schilpol Havaalanı - Amsterdam Central Station yolunu katettikten sonra Rembrandt duragina yakin mesafedeki hostelimize (Granada) geldik. Amsterdam gibi pahali bir şehirde herhangi bir hosteldeki gecelik fiyatlardan çok çok aşağıda bir fiyat olan geceliği 14 Euro'ya kaydımızı yaptırdık. Sonradan bu fiyatın bu hostele çok bile olduğunu 3 gece boyunca kaloriferi bozuk bir odada kalıp, 2 haftalık Avrupa turu boyunca burunlarımızı çekerken anlamış olacaktık.

Daha önce burada yaşamış olan bir arkadaşımızın da yardımıyla genel bir şehir turu yaptık ve merak ettiğimiz Heineken müzesiyle yolculuğumuzun kültürel (!) beklentilerini karşılamaya başladık. 20 Euro'ya değmeyecek bir müze; içeride 3 bardak bira veriliyor ve bunun dışında herhangi bir bira imalathanesinde görülebilecek şeyler var. Bira üretimini hissettirecek, sizi bira yerine koyan 10 dakikalık bir interaktif video var. Bu kadar.

Artık zincir haline gelmiş olan, Amsterdam'ın en ünlü Coffee Shop'ı Bulldog'da aldığımız joint'ler çok ciddi bir etki yapmadı. Biraz kek de yedik. Ben pek etki hissetmedim; ama yeterince iyi içememiş de olabilirim. Arkadaşlardan birinin ise dudağı uyuşmuş. Bu arada Bulldog; gerek çalışanların ukalalıkları, gerek joint'in kalitesi, gerekse fiyat olarak ilerleyen günlerde keşfedeceğimiz Zeedijk Straat'taki Coffee Shop'lardan çok daha yetersizdi.

2. gün Amsterdam'ı bilen arkadaş bizden ayrıldı; ama tavsiyesiyle meşhur patatesçi, turistlerin gözdesi Manneken Pis'ten patates aldık (zaten bu Hollanda'nın kendine özgü tek besini bu). Tartar sosunu tavsiye ederim. Rijksmuseum ya da Rembrandt müzesini gezmedik; ama Van Gogh müzesine gittik. Gayet güzel bir müzeydi. Yine de Avrupa'nın diğer şehirlerindeki müze fiyatlarına göre 14 Euro yüksek bir bedel. Daha sonra hiçbir özelliği olmayan, ama herkesin bir şekilde gidip fotoğraf çektirdiği "I Amsterdam" yazısının etrafında takıldık.


Akşam Red Light. Sonuçta Amsterdam en çok Coffee Shop ve Red Light'ıyla meşhur; o yüzden bu sokakları gezmemek olmazdı. Yanyana bir sürü odalar, odaların üzerinde kırmızı florasanlar ve odanın camından dışarı bakıp gülen, cama tıklatan genç ve korkunç güzel kızlar. Birbirlerini gazlayıp odalara giren Britanyalı turistlerin arasından dolandık biz de bir süre ve "Efenim buyrung!"un bir şekilde İngilizce'sini söylemeyi başaran bir çalışanı olan Moulin Rouge kulübüne girdik. Bir süre karşılaşacağımızı tahmin ettiğimiz şovlar devam etti (striptiz ve dansçının çeşitli genital bölge yetenekleri); ancak gerçek bir seks tiyatrosu göreceğimizi bilmiyorduk! Kulüpten sonra bir Irish Pub'da biraz içip hostelin yolunu tuttuk.

Ertesi gün Rembrandt civarını, souvenior shop'ları ve Seks Müzesi'ni gezdik. Girişi sadece 4 Euro ve oldukça eğlenceli bir müze. Burada cinselliğin farklı kültürlerde ne kadar farklı anlaşıldığını; ama bir o kadar da hep aynı yönde ilerlediğini, fahişelik kavramının bazı kültürlerde normal olduğunu gördük. Gelişen her teknolojide cinsellik direkt sektörel bir şekilde var olmasının örnekleri ilgimizi çekti: Fotoğraf makinesi keşfediliyor; ilk çekilen fotoğraftan 20 yıl sonra ise, bırakın cinselliğin fotoğraflarının piyasaya girmesini, sado-mazo fotoğraflar bile ortaya dökülüyor. Aynı durum video sektörü için de geçerli.

Kanal turu yaptık ve Amsterdam'daki nehir evlerini gördük. Bu son gecemizde pub ve gece kulüplerine gittik; içip dans etmeden Amsterdam'dan ayrılmayalım dedik. Gece hayatını merak edenlere: "Zeedijk Straat"ta basta Çin restoranları olmak üzere yemek yenecek yerler ve pub'lar, barlar var. Bununla kesişen "Warmoestraat"ta ise daha çok pub'lar ve barlar var, birkaç tane de kulüp var. Yani ikincisi daha geceye uygun bir cadde. Dam Square civarlarinda da yine başarılı gece kulüpleri var.

Özetle, Amsterdam en az 1-2 kez ziyaret edilesi bir şehir; ancak bir turist daha fazlasında kesinlikle sıkılır. Kanallar şehre güzellik katmasına rağmen ben Amsterdam'da bir ruh bulamadım. Romantik desen değil, sanatçı desen o da tam değil, eğlence olarak ot belli bir yerden sonra o kadar da ilginç değil, bir tek gecen hayatı güzel; ama o da İstanbul'dan üstün değil.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder