9 Haziran 2010 Çarşamba

Girne

Yavru vatana daha önce gitmiştim; ancak hafızam o zamanki izlenimlerime dair herhangi bir bilgi içermiyor. Bu kezse kişisel-bürokratik bir nedenle gittim Kıbrıs'a. Gitmişken deniz kıyısında kalalım dedik, Girne'de Dome isimli otele 3 günlüğüne yerleştik. Burada hiçbir yer öyle ucuz değil, önceden rezervasyon yaptırmak gerekli. Dome da odaları guzel, temiz bir otel; ancak pek eğlenceli değil. Havuzu küçük, kumarhanesi sıkıcı. Yine de daha pahalı otellere bir alternatif oluşturabiliyor.

Girne küçük bir şehir ve kısa bir sahil şeridi var. Marina denilen bu bölgede akşamüstleri yürümesi zevkli. Her tipten kayıklar, gemiler, tekneler mevcut. Akşamları bu bölgede hayat daha canlı (ama yalnızca yazın böyle oluyormuş); ayrıca rakı-balık için uygun lokantalarla farklı tip akşam sefasını da bu bölgede değerlendirebiliyoruz. Şehrin içleri herhangi bir küçük Anadolu şehrinden çok farklı değil; sadece turist sayısı daha fazla ve insanlar mayolarla sokaklarda yürüyorlar. Parantez açmak lazım; ziyarete gelmiş turistler dışında burada dükkan veya coffee-shop açmış yabancılar da bulunuyor.

Kıbrıs'a özgü "şeftali kebabı" oldukça başarılı. Kuzu eti dolması gibi bir açıklaması var. Bunun dışında yediğimiz yemekleri o kadar çok beğenmedik biz açıkçası. Zaten Kıbrıs'taki esnafla ilgili -istisnalar hariç- "çakal" düşüncesi cidden kafamızda oluştu. Gerek lokantalarda, gerek dükkanlarda, gerekse taksilerde pazarlık payını düşünmek gerekiyor hep.

Deniz sporları-güneşlenme tercihi yapacaklara Girne'nin dışındaki plajlara gitmelerini tavsiye ederim. Yaklaşık yarım saatlik mesafede. Buralarda deniz ve kum güzel. Bu plajların olduğu bölgenin daha ilerisinde ise Lapta bölgesi var. Buranın da gece hayatı meşhur; tabii gece hayatından kasıt: Striptiz klüpleri.

Özetle, Girne iyi hoş; ama zaten buraya gelmiş olsaydım ve Kıbrıs'ta bir işim olmasaydı Kemer'de Side'de bir tatil köyünü tercih ederdim. Tabii bu tercihi yapabilmek için kumarda $100 kara geçip sonra $50 zarar etmiş olmak da gerekebilir.

7 Haziran 2010 Pazartesi

Roma

Bütün yollar Roma'ya çıktığı için Avrupa gezimizin bir parçasında da Roma'ya gittik. Yanlış zamana rezervasyon yaptığımız için hostelimize yerleşemedik ve araya taraya Vatikan'a oldukça yakın bir mesafede Ottaviano isimli bir pansiyon bulduk. Geceliği 9 Euro gibi ucuz bir rakam olmakla beraber yatakları rahatsız, temizlik eh işte, ama lüksten hiç ama hiç eser yoktu. İyi yönleri; çalışanların cana yakın insanlar olması ve Vatikan'a olan yakınlığı; ancak bir süredir yollardaysanız rahat ve sıcak yatak hayalleri suya düşebiliyor.

Kısa olan ilk günümüzde hava aydınlıkken Vatikan'da San Pietro meydanında fotoğraf çekip köprülerden birinden Roma'nın diğer tarafına geçtik. Roma'daki bir köprüden diğerini çekerken efsane fotoğraflar ortaya çıkabiliyor. Bu arada Roma'da en yaygın araba modeli Smart. Benim tahminim; belediye bu arabalar küçük ve trafikte az yer kaplıyor diye teşvik veriyor. Neyse biz Pantheon'a kadar yürüdük. Pantheon MS 126'da tüm Tanrı'lara adanarak yapılmış bir yapı. Özelliği hala en büyük desteksiz kubbeye sahip olan yapı olması. Kubbenin ortasında bir delik var; buradan içeriye giren ışık, güneş saatinin tersi yönünde (çünkü güneş saati gölgeyi kullanır) bir zaman göstergesi olabiliyor.

Önerim, Fontana di Trevi'ye (Aşıklar Çeşmesi) akşam saatlerinde gitmeniz. Dar bir alanda ihtişamlı heykeller, etrafta parıldayan sular; gerçekten ismi kadar etkileyici bir yapı. Ayrıca bu nokta ile Barberini arasındaki restoranları ciddi manada tavsiye ediyorum. Tüm Avrupa'da yediğim en güzel yemekler bu sokaklardaydı. 3 gece arka arkaya bu sokaklardaki restoranlarda her türlü pasta (makarna diyelim, çeşidi çok), patates, rosto, biftek, balık, salata ve şarap tarafımızdan denendi; tüm bu yiyecek-içeceklerden bir tanesine bile fena değil diyemem. Hepsi çok güzeldi.

Piazza Di Spagna (İspanyol Merdivenleri) de gece ziyareti için daha uygun bir yer. Gündüz çok kalabalık oluyor ve manzaranın tadına tam varılamıyor. Tabii merdivenlerin üst kısmında yer alan ve üzerinde güneş saati yer alan kiliseye girmek istiyorsanız gündüz gelmelisiniz. Ama Roma'daki diğer kiliseleri gördükten sonra bu istek hala devam eder mi, onu bilemiyorum.

İkinci günümüzde arkadaşlarımızdan biri aramızdan ayrılıp Londra'ya uçtu. Biz de Roma'ya 30 yıl sonra ilk kez kar yağdığını öğrendik ve bu şokla Vatikan'a gittik. Turumuza içinde onbinlerce eser gördüğümüz Museo de Vatikani (Vatikan Müzesi) ile başladık. Eser dediğim; heykeller, resimler, haritalar, bıçaklar, haçlar, döşemeler ve her çağdan her tip sanat eseri. Platinden yapılmış bir banyo, binlerce altın ve gümüş biz Türk akıllara müzenin değerini hesaplamamızı yasaklıyor. Zaten en son da Sistine Chapel'a girdik ve ihtişamın daha da artabileceğine tanık olduk. Bu kısımdan çıkınca Vatikan meydanından Basilica di San Pietro'ya (San Piyer Kilisesi) girdik be en büyük şoku yaşadık: Devasa, inanılmaz güzellikte, mermerden ve altından yapılma eserlerle dolu, en ince ayrıntısına kadar her noktası işlemeli bir yapıt. Etkilenilmeyecek gibi değil. Tüm Papa'ların mezarı olan bu kilise, dünyanın hem en büyük hem de en zengin kilisesi.

Roma'da gündüz menüsü spesyalim; kıyıda köşede bulduğunuz, büyük kare pizzaları yine kare kare keserek ikram eden büfe tarzı pizzacılara uğramanız. Kabaklı, patlıcanlı, mantarlı pizzalar nefis. Mozarellayı da gitmişken yememek olmaz. Bizim gittiğimiz dört büfeden üçü başarılıydı. Hatta bunlardan birinin işletmecisi-aşçısı İbrahim Tatlıses'i tanıyor, Mavi Mavi filmini ve şarkısını biliyor ve övüyor!

2. gün sonunda yerleştiğimiz hostel ise tam anlamıyla efsaneydi. Geceliği kişi başı 22 Euro'ya olabilecek en temiz ve lüks yer bu hostel: CIAK Hostel. Özellikle çiftseniz ve yüksek miktarda para vermek istemiyorsanız bu hostelin Private odalarini tavsiye ederim. Partnerleri olan "Secret Garden" isimli ve TV'li, rahat yataklı, sıcacık, günde iki kez temizlenen, mutlu odaları bize veriyorlar.

Roma'daki 3. günümüze Colosseo bölgesine giderek başladık. Hem Amphitheatre'i hem de Forum bölgesini guide ile dinlemekte yarar var; ki ikisini de görmek isteyenlere ve 2 kişi olanlara indirimli paketler var. Colosseum devasa tabii, güzel de. Ama yarısı yıkılmış ve asıl süslemeleri ne yazık ki Hristiyanlığı kabul edenler tarafından çalınmış. Orada Colosseum'un Roma'yi yakan Nero'dan sonraki imparator olan Vespasian tarafından başlatıldığını, onun oğlu Titus tarafından bitirildiğini öğrendim. Flavian hükümdarları Roma'yı güzelleştirmeleriyle meşhurmuş; ama Titus'tan sonra gelen Vespasian'in diger oğlu Dimitius, Senato'nun suikastine kurban gitmiş ve Flavian hanedanı bu 3 imparatorla sınırlı kalmış.

Buradan geçtiğimiz bölgenin adı Patatino. Burada Gregori isimli Rumen, İrlandalı aksanıyla eğlenceli guide'ımız bize bir sürü bilgi verdi. Aynı bölgede yer alan Circus Massimo (hipodrom), Forum Romano (Roma Forum caddesi), Arte di Julius Caesar (Jul Sezar mezarı), Temple of Virgins (bakireler tapınağı), Arco di Tito (Titus Kemeri), Arco di Konstantino (Konstantin Kemeri) ve daha neler; hepsi aynı bölgede. Ve tabii öğreniyoruz ki hem Colosseum'daki hem de bu bölgedeki tüm heykeller ve değerli taşlar zamanında bizim bir gün önce gördüğümüz Basilica di San Pietro'ya götürülmüş.

Muhtemelen yazdığım-yazacağım en uzun şehir yazısı Roma'ya ait -ki daha fazlasını hakediyor. Her metrekaresinden tarih akan, en kıyıda-köşede bile bir çeşmeye rastlayabileceğiniz, nefis yemekleri yiyip içkileri içtiğimiz, turistleri kazıklama meraklısı uzakdoğululara ev sahipliği yapan bu şehir; Avrupa'daki en ruhlu şehirlerden biri. Zaten Avrupa'ya gidip Roma'ya gitmeyeni dövüyorlar. Benim tavsiyem hiç dayak yemeyin.

6 Haziran 2010 Pazar

Paul Gascoigne

"İnkar edilemeyecek bir tek gerçek var; o da Britanya'nın savaş sonrası zihinsel tarihini yazmaya kalkan herkesin, Gazza'nın gözyaşlarını açıklamak zorunda kalacağıdır."

Simon Kuper, Futbol Asla Sadece Futbol Değildir

İngiliz Paul Gascoigne'in Dünya Kupası'nda Almanya maçında gördüğü sarı karttan sonra ağlaması üzerine

2 Haziran 2010 Çarşamba

Facebook'la Bağlan Hayata

Neredeyse 1 haftadır blog'lara, forumlara, bilgi-işlem sitelerine sırf "kendi web siteme nasıl facebook ile bağlanıp like butonu ya da yorum kutusu koyarım?" sorusunun cevabını bulmak için giriyorum. Gördüm ki insanlar ya herkesin herşeyi bildigini farzediyor ya da olayı biraz anlatıp gerisini önemsemiyorlar.

Uğraşımı yoğunlaştırdığım anda farkettim ki düşündügümden çok çok daha kolay bir işmiş bu. Madem öğrendim; deneyeceklere ugraşacaklara kolaylık olması açısından anlatalım. Eğer amacınız benim gibi sadece yorum kutusu ve like butonuysa etrafta duyduğunuz bin tane teferruatlı anlatımları boşverin; su aşağıya bakıverin:

1- Linkten "Set Up New Application"a (yeni uygulama oluştur) tıklayın.

2- Uygulama isminizi boş kutuya yazın ve "Agree" (kabul) seçeneğini seçin. Uygulamayi yaratmak için "Create Application"a tıklayın.

3- Uygulama yaratıldı. Burada karşınıza çıkan ilk sayfada "API Key" var. Bunu not edin bir kenara.

4- Simdi sol taraftaki "Connect" (baglan) sekmesine girin. Burada logo seçmeniz gerekecek. Aslında resmin ne oldugu önemli değil; o yüzden çok küçük (22px'den de küçük) bir resim seçmenizi tavsiye ederim.

5- Aynı sekmede "Connect URL" (baglanma adresi) isminde bir başlık var; o kısma web sitenizin anasayfasının ismini yazın. Gerisini boş bırakabilirsiniz. Buradaki işimiz bu kadar.

6- Simdi web sitenizin koduna gidin. Body kısmında bağlantıyı yapacağınız yere şuradaki kodu ekleyin. Bu ekleme işlemini API Key'inizi linkte gösterdiğim yere kopyalayarak yapin.

7- Buradan sonrası çok kolay.

7-A) Eğer hem like hem yorum kutusu istiyorsanız şuradaki kodu kullanın. CSS kullanıyorsanız linkte CSS yazan yere CSS dosyanızın yerini yazın. Genişlik degerlerini değiştirmek size kalmış.

7-B) Sadece like butonu istiyorsanız şuradaki kodu kullanın.